Cinsiyet eşitliği ve medeni haklar konusundaki yazıları ve çalışmalarıyla dünya kadın hareketinde önemli bir yere sahip olan Virginia Woolf’un, modern romanın dönüm noktası sayılabilecek eseri Mrs. Dalloway okurla buluşuyor.
Modernist dönemin en büyük İngiliz yazarı, bu eşsiz başyapıtında, görünüşte birbirinden çok başka hayatlar yasayan karakterlerin aslında nasıl benzer sorunlarla boğuştuklarını anlatırken, savaş sonrası İngiltere’sinde bireylerin psikolojik durumunu ve toplumsal yapıyı irdeliyor. Gündelik ayrıntıların ötesine geçerek yaşamın kırılganlığını ve insan ruhunun derinliklerini apaçık sunuyor.
Her şeye rağmen güneş parlıyordu. Her şeye rağmen insan yasadıklarının üstesinden geliyordu. Her şeye rağmen hayat, günü güne eklemenin bir yolunu buluyordu.
Londra cemiyetinin önemli isimlerinden Clarissa Dalloway, o akşam evinde vereceği parti için hazırlık yaparken zihninde dalgalanan anıları, geçmişe dair pişmanlıkları ve arzularıyla yüzleşiyor. Bu sırada Londra’nın çok da uzak olmayan bir başka kösesinde, eski bir asker olan Septimus Warren Smith, Birinci Dünya Savaşı’nın bıraktığı izleri silmeye, kafasının içindeki şeytanlarla mücadele etmeye çalışıyor. Dünyanın bir ucundan, Hindistan’dan yeni dönen Peter Walsh ise Clarissa Dalloway’e duyduğu eski hisleri yeniden keşfederken kendi güvensizlikleriyle hesaplaşıyor.