Yaratıcılığındaki dönüm noktalarına değinen Serdar Leblebici, sanatını MAG okurlarıyla paylaştı. İlk tekniğinin sulu boya olduğunu ifade eden sanatçı sözlerine şöyle devam etti:
“Takdir edersiniz ki sulu boyada; aynı anda boyaya, suya ve konuya hakimiyet zordur. Resmi oluşturma ve sonuçlandırmada çabuk karar verebilme ve hız, belirleyicidir. Bu deneyimimden aldığım güç ile yağlı boya dönemime geçişim zor olmadı. Ele aldığım konuları seriler halinde çalışmaya başladım. Düşünsel ve dokusal anlamda çok katmanlı resim dilimi, zaman içinde hem ele aldığım konularımı hem de pentürel zenginlik anlamında geliştirme, yarışımı kendimle sürdürme gayretindeyim. Renk tercihleriniz, aslında sizin karakterinizi de otaya koyuyor. Paletimde renk sınırlaması olmamasına rağmen, vurgu yaptığım, başrol verdiğim renklerin gücünü arttırmak adına grilerle, yani nötr renklerle denge kuruyorum. Elbette kullandığım bu renklerin; yorumladığım temanın duygusunun önüne geçen değil, tam tersi o duyguyu öne çıkaran, pekiştiren rolünü önemsiyorum. Kendime ait soyutlama dilimi kullanarak, resim yapıyorum gerçeğini ıskalamadan kompozisyondaki tüm dengeleri kuruyorum. Işık olgusu bana heyecan verir, en az renk kadar. Güçlü kontrast ışıkların, hele koyu planlar içindeki varlığı kompozisyonun dinamizmini arttırır. Resmi ölümsüz kılan, içinde barındırdığı duygu ve düşüncedir.”
Sanatını sürdürebildiği alanın atölyesi olduğuna vurgu yapan Serdar Leblebici “Atölyem benim dünyamın yansımasıdır. İçinde olma hali ve duygusunu tarif edemem. İçinde olmaktan mutlu olduğum, sancılandığım, heyecanlandığım, kendime döndüğüm, iki boyutun yetersiz kaldığı anlarda üç boyutu deneyimlediğim; kısacası ürettiğim, ürettikçe var olduğum, çoğaldığım bir alandır. Resim benim işim değil, beni hayata bağlayan ana damardır” diyerek sözlerini noktaladı.