Bakırköy'deki Leman Kafe'de Milli Boksörle ile buluştuğumuzda, ilk göze çarpan özelliği nezaketi ve içtenliği oldu. Rüzgar'ın bu nezaketi, sporcu ve sanatçı olmanın taşıdığı anlamla örtüşüyor gibiydi. Onunla geçirdiğimiz bir saatlik söyleşi boyunca, bu samimi ve içten yanını hissetmemek neredeyse imkansızdı.
Rüzgar'ın yaşam öyküsü sadece çocukluk ve gençliğindeki Ankara'da tamamladığı eğitimlerle sınırlı değil; aynı zamanda Anadolu'nun derinliklerine, geleneklerine ve yaşam felsefesine dair önemli detaylar da içeriyor. Anadolu'nun kültürel zenginliklerini taşıyan Rüzgar, soğuk bir Kasım ayında Erzincan'ın İliç ilçesinde dünyaya gelmiş. Kızı Oya Esirger tarafından kaleme alınan "Babam Rüzgar 70 Yaşında" anı kitabında, Anadolu'da doğanların "ana yaşı" ve "baba yaşı"na dikkat çekiyor. Halen günümüzde Anadolu da birçok ailede farklı yaş bilgilerine de yol açabiliyor. Rüzgar, bu konuyu kendi hayatı üzerinden şu şekilde anlatıyor: "Anadolu'da bir insanın iki yaşı vardır. Birincisi 'ana yaşı', ikincisi 'baba yaşı'. Annem bana 'Sen Erzincan Depreminde kırkının içindeydin' derdi. Bu deprem, 26 Aralık 1939 tarihinde gerçekleşen ve tarihte büyük yıkıma neden olan bir felaket. Ancak babamın gözünde ben 1942 doğumluyum."
Sözlerini gülümseyerek sürdürüyor. Yedi yıl boyunca Suudi Arabistan'ın Cidde şehrindeki bir çimento fabrikasında güvenlik müdürü olarak çalıştığını anlatıyor. Cidde'de geçirdiği süre zarfında köpek balıklarıyla ilgilenmiş ve Kızıldeniz'de vatoz balığı avlamış. "Bir de Kızıldeniz'de balık avlıyorsanız, yüzmede de iyi olmalısınız, değil mi?" şeklinde bir soru üzerine, kahkahalarla dolu bir anısını paylaşıyor: "Evet, bir zamanlar yüzme konusunda da iddialıydım. Ankara şampiyonu olmuştum!" diyor, geçmişteki başarısını gururla dile getiriyor.
Boks anılarına da değiniyor. 1955 yılında ortaokul öğrencisiyken boks dünyasına giriş yapmış. O dönemlerde aslında bir futbolcu olmayı düşünüyormuş fakat boksa olan ilgisi onu farklı bir yöne çekmiş. "Bir vesileyle boksa başladım ve şansım yaver gitti," diyor Rüzgar, bu dönemi anlatırken. 1959 yılında, boks milli takımına seçilerek Bulgaristan'da düzenlenen Balkan Şampiyonası'nda Türkiye'yi temsil etmiş. Boks kariyeri 1963 yılına kadar sürmüş ve altı kez Türk Milli Takımı formasını giymiş.
Boks kariyerinin ardından antrenörlük alanına yönelen Rüzgar, 1965 yılında Ankara'da Finlandiyalı Siten Sivio'nun açtığı boks antrenör kursuna katılmış. Kursun tamamlanmasının ardından Türkiye Boks Milli Takımı'nın antrenörlüğüne atanmış ve 1966 yılında Ankara il boks temsilciliği görevini üstlenmiş. Kariyerinde elde ettiği bu başarılı performansların ardından, Türkiye Boks Federasyonu'nda çeşitli kademelerde görevler üstlenmiş. Genel sekreterlik görevinin yanı sıra Türkiye Boks Federasyonu Başkanlığına kadar yükselmiş. Ayrıca, Avrupa ve Dünya Boks Birliği yönetim kurulu üyeliği yaparak 1982 yılına kadar bu alanda önemli hizmetlerde bulunmuş. Hasan Rüzgar'ın hayat hikayesi, spora olan tutkusunun ve kararlılığının neleri başarabileceğini gösteriyor. Hem boksör olarak hem de antrenör olarak bıraktığı izlerle, Türk sporunun gelişimine katkıda bulunan unutulmaz bir isim olarak anılıyor.
Rüzgar'ın boks kariyerinde unutulmaz anılardan biri, 1960 yılındaki Türkiye-Almanya boks karşılaşmasında yaşanmış. Henüz kapalı spor salonları Atatürk Spor Salonu ve Selim Sırrı Spor Salonu yoktu. Kızılay da Büyük Sinema'da gerçekleştirilen bu karşılaşmada Rüzgar, maçın başladığı gün tüm Türk boksörlerin Alman rakiplerine mağlup olduğunu anlatıyor. Sıra ona geldiğinde ise Alman boksör Hans'ı ilk rauntta nakavt ederek büyük bir zafer elde etmiş. Bu zaferin ardından seyirciler tarafından omuzlara alınarak Atatürk Bulvarı'na kadar taşınmış. Okul arkadaşları ve seyirciler, "Şampiyon şampiyon!" diye bağırmışlar ve Sıhhıye'ye kadar Rüzgar'ı omuzlarında taşımışlar.
Ancak bu büyük kalabalık ve coşku sırasında bir ses yükselmiş: "Sporcuyu hasta edeceksiniz. Terli ve hava soğuk. Sinemaya geri dönelim." Kalabalığın omuzunda sinemaya geri dönmüşler. Rüzgar, o dönemlerde Türkiye'de boks turnuvalarının düğün salonlarında, Harp okullarında ve sinema salonlarında düzenlendiğini belirtiyor. Çünkü spor salonlarının yaygın olmadığı bir dönemde boks müsabakalarının gerçekleştirildiğini vurguluyor. Maltepe de bulunan düğün salonlarında düğün olmadığında boks karşılaşması için kiralanırdı.
Benim için en unutulmaz anılarımdan biri de: Aradan yıllar geçtikten sonra, Boks Federasyonu Başkanlığı döneminde Mehti arkadaşımın (Allah rahmet eylesin diye ekliyor) ziyaret ettiğim bir gün, onun odasına yaşlı bir bey girdi. Mehti arkadaşım, "Emekli Albay Fehmi Bey ile tanıştıralım," dedi. Emekli Albay, "Büyük Sinemada Alman boksörü nakavt eden boksör Rüzgar sen misin?" diye sordu. "Evet, benim," dediğimde, "Peki Atatürk Bulvarı'na kadar seni omuzunda taşıyan kimdi?" diye sordu. "Bilmiyorum," dediğimde, "O da bendim!" diyerek göğsüne vurdu.
Hasan Rüzgar'ın spor hayatındaki eğitim süreci, sadece boksla sınırlı kalmamış. 1960'lı yıllarda Türkiye'de bulunmayan olanakları aramış. Önce Köln Spor Akademisi'nde boks seminer ve kurslarına sonrasında da Budapeşte Spor Akademisi'nde spor fizyolojisi ve spor kondisyonu eğitimi almış. Bu eğitimlerle sınırlı kalmayıp, bu konuda Boks Anılarım adlı bir kitap yazarak bilgi ve deneyimlerini paylaşmış.
Hasan Rüzgar'ın hayatında sadece sporla değil, aynı zamanda gazetecilikle de yakından ilgilendiğini öğreniyoruz. Spor ve boks konularında dönemin gazetelerinde yaklaşık 2 bin makalesinin yayınlandığını belirtiyor. "Üstelik sadece spor ve boksla sınırlı değil, sosyal yönlü yazılarım da var," diye ekliyor. Spordan ve bokstan ziyade toplumsal konulara da değindiğini ve gazetecilik kariyerinde geniş bir yelpazede yazılar kaleme aldığını vurguluyor. Ankara Zafer Gazetesi ve Hür Anadolu Gazetesi (şimdiki adıyla Son Havadis) gibi yayın organlarında yazıları yayınlanmış. Gazetecilik aracılığıyla sadece spor ve boks konularında değil, toplumun genel meseleleri hakkında da fikirlerini ve düşüncelerini de paylaşmış. Sosyal konular dediğimizde, 2017'de yayınladığı "Sokağın Efeleri" adlı kitabını da atlamamalıyız. Bu kitap, ailelerin çocuklarını sokağa itmesi ve bu çocukların madde bağımlılığına nasıl sürüklendiklerine dair bu çocuklarla röportajlar içeriyor. Rüzgar, "22 tane yayınlanmış kitabım var ve 23.'sünü yazıyorum şu anda. Adı 'İz Bırakanlar'," diye belirtiyor. Kitabının ana temasını da açıklıyor: "Dünyadaki her canlı doğar, büyür ve ölür. Ancak iz bırakanlar ölmez." Onlar eserleriyle yaşarlar. Sanatçıların şiirleri, resimleri, heykelleri veya şarkıları ölmez.
Kendisi de resim yapmaya başladığında, kendi izini bırakabileceğini düşünmüş olmalı. Resime nasıl başladığını soruyorum.
2000 yılında resme başlamamın hikayesi oldukça ilginç. O dönem Ankara Çankaya Belediyesi'nin Eğitim Kültür Müdürlüğü görevini yürütüyordum ve bu süreçte birçok kültür merkezinde çalışmalar yürütüyorduk. Bir gün, uluslararası üne sahip bir ressam olan Nevruz Erken ile tanıştım. Nevruz Hanım, kullanılmayan bir ardiye alanını resim atölyesine dönüştürme fikrini ortaya attı. Bu fikri hemen destekledim ve böylece Nevruz Hanım, bu alanda resim dersleri vermeye başladı. Ayrıca, Nevruz Hanım'ın Aşağı Ayrancı'da kendi atölyesi bulunmaktaydı. Onun vesilesiyle resme olan ilgim ve yeteneğim daha da arttı. Bu deneyimler sayesinde resim yapma fırsatı buldum ve böylece resme adım atmış oldum.
Millenyum yılının kendisine resim yeteneğini armağan getirdiğimi söylediğimde gülümsemeye başlıyor. 2008 yılında Ankara Gölbaşı Eğitim Merkezi'nde kumlama yöntemine geçiş yaptım. Doğadan renkli taşlar topluyorum ve bunları toz haline getiriyorum. Boya kullanmadan sadece taşların kendi renkleriyle resimlerimi oluşturuyorum. Resimlerimi bez tuval üzerine değil, MDF üzerine çizdiğim desenler üzerine su bazlı tutkalla yapıştırarak oluşturuyorum. Resim tamamlandıktan sonra ters çevirip üzerindeki fazlalıkları döküyorum. Ardından saç kurutma makinesiyle kurutarak bozulma veya kırılma riskini ortadan kaldırıyorum. Resimde etkilendiği belirli bir akım veya ressam olup olmadığını sorduğumda, aslında bir amacının olmadığını belirtiyor. Doğadan kendi çektiği fotoğrafları kullanarak resimlerini oluşturuyor.
Spor, yazarlık ve şairlikte olduğu gibi, resim sanatında da dur durak bilmeyen Rüzgar, şimdiye kadar 22 kişisel sergi düzenlemiş ve 43 karma sergiye katılmış. Bu sergilerden ikisi Romanya'nın Köstence şehrinde, diğeri ise Karadağ'da gerçekleşti. Gelecek Eylül ayında Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde 23. resim sergine tüm sanatseverleri beklediğini dile getirdi.
Evet, kıymetli okuyucularım. Bir söyleşinin sonunda daha, yaşam hikayelerimizde yeteneklerimizi keşfetmenin ve tutkularımızı takip etmenin yaşama nasıl derinlik kattığını vurgulamak düşüyor bize de. Hayatın içinde asıl önemli olanın, yaşamı öğrenme ve renklendirme deneyimleri üzerine kurulu olduğunu dile getirmeden de olmaz diyorum.