Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, A Haber'de katıldığı bir programda güncel olaylarla ilgili açıklamalarda bulundu
İşte Bakan Fidan'ın açıklamaları:
inlandiya ve İsveç'in üyelik süreciyle alakalı olan yaşanan konular ve Türkiye'nin buradaki pozisyonu, bununla ilgili bir çerçeve çizmek gerekirse;
SESSİZ BİR GAYRIRESMİ MUTABAKAT
Biliyorsunuz İsveç'in ve Finlandiya'nın üyeliği NATO'nun gündemine, bizim de gündemimize dolayısıyla 2022 yılında girdi. 2022 yılında Haziran'da Madrid'de yapılacak NATO zirvesinden önce, bu konu ortaklar arasında dolaştırılmaya başlandı. Öncesinde sessiz bir gayriresmi mutabakat, daha sonra zirvede sonuçlandırma yönünde bir usul izleniyor bu tür platformalarda...
Tabi bu bize getirildiği zaman, o dönem cumhurbaşkanımız bu konuyu ilgili arkadaşlarımızla istişare ettiler. Kendilerinin de bir vizyonu var. Tabii bunun geçmişe dönük baktığımız zaman NATO'nun genişleme süreçleri var. Özellikle soğuk savaşından sonra en büyük genişleme sürecini 2004'te yaşadı. O dönem baltık ülkeleri bir kısım balkan ülkeleri tamamıyla NATO'nun içine girdi. Daha sonra 2009'da olan süreç var. Hırvatistan'ın da içinde bulunduğu... Ondan sonra 2017'de Karadağ'ı görüyoruz. 2020'de Makedonya'yı görüyoruz...
Bu süreçte tabi Türkiye sorumlu bir ortak perspektifiyle her türlü desteği verdi. Fakat İsveç ve Finlandiya denkleme girdiği zaman burada bir aşalamandırmayla girme ihtiyacı hissettik. Özellikle Türkiye'nin hem NATO'dan hem de bazı NATO ülkeleriyle güvenlik açısında bazı stratejik sorunları olması, bunu bizim müzakere etmemiz ve madem konuş İsveç ve Finlandiya'nın katılımıyla NATO'nun güçlendirilmesi etki alanı yayılması ise o zaman NATO'nun 1952'den beri üye olan ülkesinin güvenlik endişelerinin de özellikle NATO'dan kaynaklanan ve NATO üyesi ülkelerinde içinde bulunduğu bazı sorunlar yumağının bir şekilde gündemden çıkması gerekiyordu ve müzakere edilmesi gerekiyordu.
"PKK-YPG, FETÖ'YE DESTEK VERİLMESİN"
Biz bu çerçevede özellikle terörle mücadeleyi ilk başlık olarrak önümüzde koyduk, yaptığımız aşamalandırma politikasında... 2022 NATO Zirvesi'nde Madrid'de biliyorsunuz NATO genel sekreterinin de katılımıyla bir zirve düzenlendi. İsveç, Finlandiya devlet ve hükümet başkanlarının katılımıyla cumhurbaşkanımızın katılımıyla bir zirve gerçekleştirildi. Burada alınan kararla ve yazılı mutabakatla ilk kez bizim terörle ilgili yüksek endişelerimiz gündeme taşındı. NATO metinlerine PKK'yla mücadelenin yanı sıra, YPG, ki bizim için zaten PKK ile eşit. Ve FETÖ'nün de metinlere geçmesini. Bizim hiçbir şekilde bu örgütlere yeni girecek ülkeler tarafından destek verilmemesini taahhüt altına aldık.
Bu ilk aşamada, bu strateji terörle mücadeleyi merkeze alıyordu. Daha sonra iki ülkede terörle mücadelede eksik gördüğümüz hususların giderilmesi için atılması gereken adımlar için hangi türden mekanizmalar kuracağız ve bu mekanizmalar nasıl işletilecek buna yönelik bir çerçeve çizildi yine bu metinde. Ve bu zirvede bu şekilde bir mutabakat sağlandı.
Nisan 2023'te de Finlandiya'nın üyeliği tamamlandı. Türkiye bunu kabul etti. Bu süreç içerisinde inanılmaz şekilde yoğun toplantılar yapıldı, komisyonlar kuruldu, ortak terörle mücadele komiteleri oluşturuldu. Burada cumhurbaşkanlığımızdan, Dışişleri'nden, MİT'ten İçişleri Bakanlığımızdan ortak heyetler özellikle İsveç ve Finlandiya ilgili konuları sürekli müzakere ettiler.
Belli bir noktada gördük ki; hem İsveç hem Finlandiya'da yasal değişikliklerden anayasal değişikliğe kadar birçok adım atıldı. Terörle mücadelede biz limitlerimizi, diplomasi yoluyla ilerletebileceğimiz kadar ilerlettik: Burada tabi ki farkındalık oluşturulması ve tavır konulması konusunda önemliydi. Biz de karşılığında Finlandiya'yı kabul ettik. 2023 Vilnius Zirvesi'ne giderken bu sefer İsveç'in üyeliği meselesi var gündemde. Bu sefer başka bir aşamaya geçtik. Terörizm bir konuydu bizim için. Bunu çok yoğun bir şekilde tartıştık, sistematik bir hale getirdik. Şu anda da hala devam ediyor görüşmelerimiz. Ama NATO ile Nato ülkeleriyle başka konularımız da var bizim. NE var? Silah ambargosu var. Savunma sanayiisi ile ilgili birçok problem var. Başka alanlarda da problemimiz var ama NATO bir güvenlik örgütü olduğu için, güvenlikle ilgili konuların çerçevesini çizip bunu gündeme taşıyan, bunun müzakeresini yapan politikayı vizyonu cumhurbaşkanımız benimsediler. Bu yönde bir çerçeve çizildi. Biz de yaptığımız görüşmeler neticesinde özelikle Vilnius'ta yine bu sefer üçlü zirve yapıldı. NATO genel sekreteri, İsveç Başbakanı ve Cumhurbaşkanımızın katılımıyla. Bu sefer burada terörle mücadeleye ilave olarak özellikle Türkiye'ye yönelik yaptırımların, hiçbir şekilde özellikle nato ülkeleri tarafından olmaması gerektiği, buna yönelik engellerin kaldırılması ve Türkiye ile AB üyeliği konusunda diğer ülkeler tarafından destek verilmesi konusunda da genel bir mutabakat ortaya çıktı. Bunu biz bir belgeye bağladık. Bu belgeye bağlandıktan sonra da Bir yol haritası çıktı. O yol haritası doğrultusunda çalışmalarımız görüşmelerimiz başladı.
"SESSİZ BİR DİPLOMASİ ORTAYA KONDU"
Sessiz bir diplomasi ortaya kondu. Aslında neler tartışıldığının, hangi istikamette gidildiğinin çerçevesi Vilnius'ta ortaya çıkan ve kamuoyuyla paylaşılan mutabakatta çok açık ortada. Biz sadece bunun teknik detaylarını ve müzakere sürecini de paylaştık. Tabi her ülkenin kendi hassasiyetleri kendi konuları var. Burada birden fazla ülke var. Belli konular perde gerisinde farklı türden tartışılmak durumunda. Bunları belli bir noktada çözüme bağladık. Daha sonra sırasıyla Hollanda'nın, Kanada'nın bazı Avrupa ülkeşleri'nin yaptırımları kaldırdığını görmeye başladık.
BIDEN'IN KONGRE'YE F-16 MEKTUBU
Biz İsveç'le ilgili yasayı meclis'ten geçirir geçirmez Biden Kongreye bir mektup yazdı. Daha sonrasında biliyorsunuz; Cumhurbaşkanımız onaylayınca da anlaşmanın ev sahibi ülkeye deposite edilmesinin akabinde onlar da hemen eş zamanlı olarak Kongre'ye bildirdiler.
"İSVEÇ'İN ÜYELİĞİ KARŞISINDA ÖN MUTABAKATIMIZ OLDU"
Teknik olarak baktığımız zaman olayın tarihine baktığımız zaman, normalde ABD idaresi kongreyle anlaşmadan, ön anlaşma yapmadan bunları göndermiyor. Bu mümkün olsaydı bu zamana kadar gönderirlerdi. Kongrenin bir takım hassasiyetleri şartları vardı. Bu yönde bir anlaşma olduğunu, İsveç'in üyeliği karşısında adım atılacağı yönünde bir ön mutabakatımız oldu.
Süreç şöyle işliyor; siz gönderdikten sonra iki hafta süren bir bekleme süreci var. O süreçten sonra bu yürürlükte oluyor. Şu anda önümüzdeki cumartesi inanıyorum bu iki haftalık süreç tamamlanacak.
"ABD F-35 ANLAŞMASINI BAHANE GÖSTERDİ"
Biliyorsunuz F-35 ile ilgili problem ve bizim programdan çıkarılmamız. Bizim kendi hava savunma yeteneklerimizi geliştirme arayışımızın ve politikalarımızın bir yansıması olarak karşımıza çıktı. NATO ortaklarımızdan biz bu konuda beklediğimiz desteği göremediğimiz zaman hava savunma sistemleriyle ilgili Rusya'yla yaptığımız bir s-400 anlaşmamız var. Bu anlaşmayı bahane göstererek Amerikalılar kendi yasal çerçevelerinde bir tavır ortaya koydular.
Tabi burada F-35'in biz sadece müşterisi değil, aynı zamanda üretici ortaklarından biriydik. Türkiye'nin maddi kaybının yanı sıra ortaya koyduğu kapasiteyle bir zararı söz konusu. Şimdi bunu elimine etmek için çalışmalarımız devam ediyor. Özelikle maddi zararın tazmini açısından, İlgili makamlarımızın ciddi yoğun çalışmaları var.
"O ZAMANA KADAR DENGELER DEĞİŞİR"
F-35'in Yunanistan'a verilmesi meselesi; Yunanistan da biliyorsunuz özellikle NATO üyesi olduğu için ABD'nin ürettikten sonra bir grup dağıtacağı ülkeler listesindeydi. Burada 2030'dan sonra bazı konuların F-35'lerin teslimi öngörülüyor. O zaman kadar ne olur? Dengeler nasıl değişir? Tabi bunu takip etmek lazım ama.
Bizim baktığımız mesele; özellikle hava savunma sistemlerinde ve hava taarruz sistemlerinde özellikle savaş uçağı merkezli. Bu konudaki kabiliyetlerimizi geliştirmek. Burada şu anda Hisar sınıfı bizim geliştirdiğimiz hava savunma sistemleri özellikle yerden olan hava savunma sistemleri fevkalade önemli. Çünkü biz ağırlıklı olarak hava savunma sistemlerimizi ağırlıklı olarak F-16 'lar üzerinden şu ana kadar götürüyorduk. Yani bir hava saldırısına karşı vereceğimiz cevap olarak, ancak füze teknolojilerinin yayılmasıyla, uçak çeşitliliği, otonom SİHA'ların İHA'ların devreye girmesiyle aslında yerden hava savunmasının önemi daha da artmış durumda.
Burada tabi bizim batıdan almak istediğimiz sistemlerinin verimemesi, bunun pazarlılığının yapılmaması, yani Türkiye'nin bu noktada kabiliyet kazanması gereken bir ülke olarak görülmemesi bizi başka arayışlara itti haliyle.
Biz milli dış politikkamızın gerekliliği olarak kendi ülkemizin güvenliğini sağlamak adına her türlü sistemi harp araç gerecini almakla yükümlüyüz. Bunun da en iyisini nereden alacağımız konusu bizim kendi takdirimiz, yetkisinde.
Şimdi burada S-400 le ilgili gerekli karar verildikten sonra, hava savunma sistemlerinde biz paralel olarak özellikle Roketsan'ın geliştirdiği hisar sınıfı alçak, orta ve yüksek irtifalı ve belli bir sürece yayılan katmanlı hava savunma doktrinini uygulamaya başladık. Bu cumhurbaşkanımızın çok önceden beri verdiği bir talimattı.
Bu konuda biz Batılılarla daha sonra hava savunma sistemleri konusunda belki bir ortaklık veya başka bir anlaşma gelişir mi gelişmez mi? Onu bilmiyorum. Onu kendilerinin düşünmesi lazım ama. Bizim milli politika olarak ortaya koyduğumuz husus biz gerek dışarıdan alma yoluyla, gerek yerli üretim yoluyla hava savunmamızı temin etmek zorundayız.
"F-16 FİLOSUNUN YENİLENMESİ GEREKİYORDU"
Savaş uçakları meselesine gelince F-16 filosunun yenilenmesi gerekiyordu. İsveç'le ilgili süreçte bununla ilgili tedbiri almış olduk. Ama bu esnada gerek kamu ortaklı şirketler, gerek hem TAİ'nin hem Baykar'ın yürüttüğü özel şirket olarak iki proje var. Biri insanlı biri insansız gelecek nesil savaş uçakları. Bunlar da bizim için fevkalade önemli.
Önümüzdeki süreç içerisinde biz daha fazla milli yeteneklere ağırlık vererek Özellikle savaş uçağı ihtiyacımızı gerek pilotlu gerek pilotsuz karşılama yönünde yoğun bir çalışma içerisindeyiz.
F-35 PROJESİNE DÖNÜŞ KONUSUNA BAKIŞ AÇIŞI
Tabii askerlerimizin ağırlıklı olarak uzman kuruluş olarak konuşması gereken bir konu ama genel strateji olarak şunu söylemek gerekirse; bir yetenektir. Bu yetenek eğer bizim diğer yeteneklerimizi kaybetmeden ilave olarak alacağımız bir yetenek olursa neden olmasın? Tabi ki biz yetenek olarak almak isteyeceğimiz bir yetenektir. Ama bu yeteneği alma karşılığında, bizim başka yeteneklerimizden vazgeçmemiz başka politikalara adapte etmemiz gibi bir şart olursa. Bu şartlar hiçbir şekilde uzlaştırılamaz bir şart olursa o zaman başka alternatifleri aramaya devam edeceğiz.
GAZZE MESELESİ
Gazze savaşının başından itibaren bu bölgesel yayılma riskini hep gündeme getirmiştik. Bu bölgedeki dengeleri gözeten herkesin aslında uyarısını yapacağı bir husus. Aslında bir sürpriz olarak gelmedi.
Burada birkaç tane tespğitte bulunmak gerekiyorsa şunun altını çizmek gerekiyor. Birincisi karşılıklı vurmaları kontrollü bir gerginlik politikası ile devam ettiğini görüyoruz. Belli bir aşamaya geçmesini tercih etmeyen bir yaklaşım var iki tarafta da.
Ama bu tabi "ateşle oynamak" dediğimiz tam da tabir burada devre giriyor bu ateşle oynamak. Yani ateşle oynadığınız zama o ateş her an yangına dönüşebilir. Kontrol altına alınamayabilir. Burada bir riskle karşı karşıyayız. Bu kontrol altına alınmamazlık meselsi bir tehdit olarak karşımızda duruyor. Türkiye olarak bölgesel ortaklarla sürekli görüşüyor. Amerikalılarla da görüşüyor. Bölgesel yayılmadan kaçınmak lazım. Ama şu an itibariyle durum iyi değil. Yani daha büyük bir yayılmayla karşı karşıya kalabiliriz.
PUTIN TÜRKİYE'YE GELİYOR
Sayın Putin'in ziyareti önceden aslında planlanmış bir ziyaretti. Malumunuz daha önceden gelmesi gerekiyordu. Onlarda da çeşitli problemler vs oldu. Bölgelesel gelişmeler. Cumhurbaşkanımızın ziyaretleri oldu. Aralarındaki konuları görüşmek için kendisinin gelmesi gerekiyordu. Şimdi bu ziyarette kendisinin ziyaretiyle bazı konuları tekrar görüşme imkanı olacak. Cumhurbaşkanımız kendisiyle düzenli olarak telefonda görüşüyorlar.
RUSYA İLE ENERJİ VE DOĞAL GAZ ANLAŞMASI YOLDA
Burada başta enerji konusu olmak üzere, doğal gaz meselesi. Türkiye ile rusya arasında büyük bir enerji ticareti var bildiğiniz gibi. Diğer taraftan Rusya'nın şu anda yapımını üstlendiği nükleer santral var, Akkuyu Nükleer santrali. Kendi örneğinin en büyüklerinden biri. Neredeyse 5 gigawatt'lık büyük bir kompleksten bahsediyoruz. Bu Türkiye gibi milli gelirini büyük oranda sanayiden karşılayan bir ülke için ucuz enerji temini çok stratejik bir konu.
Buna ilaveten tabi güvenlik konuları var, özellikle Suriye'yi merkeze alan. Suriye'de biliyorsunuz ortak olduğumuz bir Astana süreci var. Diğer tarafntan Türkiye'nin PKK YPG konusundaki hassasiyetleri var. Yani bizim Rusya'nın da etkin olduğu Fırat'ın batısındaki bölgelerde başta Münbiç ve Tel Rıfat olmak üzere PKK'ya göz yumulmaması meselesi bizim için önemli. İki lider arasında daha önce defaatle konuşulmuş bir konu. Cumhurbaşkanımız bu konuda çok hassas...
Bizim birinci önceliğimiz PKK tehditinin bir an önce Fırat'ın doğusundan ve batısından kaldırılması. Bu konuda da Rus'ların bir çizgiye gelmesi. Tabi Rusların da başka konularda bizden beklentileri oluyor Suriye'de. Dediğim gibi müzakereleri olan bir konu. Yani pozisyonlar ne olursa olsun, bizim operasyonlarımız devam ediyor.
Masada olacak konuların başında buna ilaveten tabi bölgesel gelişmeler var. Özellikle Gazze meselesi, Gazze savaşı. Gazze savaşında biliyorsunuz Rusya bize daha yakın bir pozisyon içerisinde. Bir an önce savaşın durması insani yardımın başlatılması, iki devletli çözüm konusunda Rusya'nın da pozisyonu bizimkiyle aynı.
TAHIL KORİDORU YENİDEN GÜNDEME GELECEK Mİ?
Tahıl koridoru her zaman için gündemimizde. Sayın Putin ile de sayın cumhurbaşkanımız bu konuyu mutlaka görüşeceklerdir. Şu anda da zaten Rusya'yla görüşmelerini yaptığımız bir konu. Özellikle BM Rusya Ukrayna ve Türkiye ekseninde giden görüşmeler var. Burada Karadeniz'i esas alan bir ulaşım lojistik hattıyla tahılın dünya piyasalarına çıkarılmasıyla ilgili nasıl yeni bir method geliştirebiliriz. Bir önceki tahıl anlaşması belli bir mekanizma içinde işliyordu. Şimdi görüldü ki o mekanizmadan daha farklı bir mekanizmayla giderilebilme imkanı var. Şu anda o imkanı somutlaştırmaya çalışıyor. Bizim bakanlığımızda tam zamanlı çalışan arkadaşlar var bu konuda. BM de var. Ukrayna'da var. Rusya'da var. Bunlar belli bir olgunluğa erişince ben eminim kamuoyuyla paylaşılacak. Sayın Putin'in ziyaretinde de bu konu masada muhakkak olacak. Çünkü Cumhurbaşkanımız bu konuya çok önem veriyor. Özellikle tahıl üzerinden dünyadaki başta güney nüfusları, Afrika olmak üzere fakirlerin buğdaydan mahrum bırakılması, yüksek fiyattan gıdaya erişimin gündeme gelmesi bizim insanı açıdan gerçekten görmek istemediğimiz bir durum. kendimize de borç bildiğimiz bir husus.
Ukrayna tahılından bahsedilmesinin gerekçesi şu; Karadeniz Rus kuşatmasında olduğu için Ukrayna. Yani Rusların kendi tahıllarını göndermesinde hiçbir problem yok,onlar zaten Karadeniz'de gemileri cok fazla saldırıya uğramıyor. Ukrayna'nın kendi tahılını çıkaracağı limanlar Rus kuşatmasında olduğu için uzaktan da olsa gemiler çok fazla yaklaşamıyor vurulma korkusuyla. Ama gemilere bir taciz ihtimali de söz konusu. Şu an itibariyle De Facto giden bazı Ukrayna gemileri de var. Onlara tahıl yükleniyor onlar götürülüyor. Rusyanın da dokunmadıgı bir yer var. Bu De Facto'yu da yeni mekanizmayla resmileştirmek istiyoruz. Bunun karşılığında rusların beklediği şey var. Ruslar kendi tahıllarını dünya piyasalarına çıkartıyorlar da bunun ödemelerini alamıyorlar. Çünkü bankacılık sistemine entegre değiller. En azından diyorlar ki bizim sattığımız tahılın parasını alacağımız Rus ziraat bankasını swift sistemine tamamen bağlayın, bağladıktan sonra bizim zaten
tahılımızı çıkartmamızda bir sorun yok Ukraynalıların aksine, Karadeniz'den biz rahatlıkla geçiriyoruz. Ama sattığımız zaman parasını alamıyoruz. Veya gemilerimizi sigorta edemiyoruz Taşıyan gemilere, yaptırımlar nedeniyle Sigorta Londra'dan yapılıyor biliyorsunuz. Ödemeler Swift üzerinden dolarla yapılıyor. Bunun olmadığı bir yerde sizin tahılı rahatlıkla çıkarıyor olmanız, size çok fazla bir avantaj getirmiyor ticari olarak. Bununla birlikte çeşitli yöntemlerle satmaya gayret ediyorlar.
Aynı şekilde Ukraynalılar da şu anda tahıllarını çıkartıyorlar. Ama ne zaman hangi geminin saldırıya uğrayacağının garantisi yok. Dolayısıyla fiyatlara ciddi yansıması var. Siparişlere yansıması var. Bunu izole etmenin yolu karşılıklı iki tarafı da tatmin eden ve dünya kamuoyunu rahatlatan bir çözüme ulaşmak. Şu anda yapılmaya çalışılan da bu.
"KYB'NİN PKK İŞ BİRLİĞİNİ ÇOK HALLETMEYE ÇALIŞTIK"
Kyb'nin Süleymaniye'de PKK ile bir işbirliği içerisinde olduğu gerçeği uzun süredir var olan bir konu bizim gündemimizde.. Özellikle istihbari olarak çok yakından takip ettiğimiz bir konuydu benim milli istihbarat teşkilatında da uzun yıllar boyunca üzerinde çok fazla çalıştığım konulardan biriydi. Biz bu konuyu açıktan kamuoyuyla paylaşmadan önce gerek diplomatik usulü gereği gerekli mücadelenin bir metodolojisi olarak sessiz yöntemle halletmeye çok çalıştık
Defalarca bir araya geldik Süleymaniye'deki KYB yönetimi ile her seferinde de aynısını söyledik "biz sizden PKK ile aranıza mesafe koymanızı istiyoruz" yani bu adamlar buradaki altyapıyı kullanıyorlar, siz bunlara kimlik veriyorsunuz hastane ortamı sağlıyorsunuz. Burada ikamet ortamı sağlıyorsunuz, burada eylem yapma imkanı sağlıyorsunuz biz sizden direkt bunlarla savaşmanızı da beklemiyoruz. Biz sizin güç dengenizi anlıyoruz. Savaşma işini biz yaparız ama biz sizden onlarla işbirliği içerisinde olmanızı istemiyoruz bu sizi düşman sınıfına sokar bundan vazgeçin...
Defalarca hem bizi memnun ediyormuş gibi gözükmeye yönelik bir takım adımlar atma çabası oldu. Hem diğer tarafa ama baktı ki; esas itibari ile bu adamların bundan vazgeçme niyeti yok. Daha sonra Sayın cumhurbaşkanımıza da arz ettik. Bu konuyu artık resmi politika haline açıktan deklere ettik ve yaptırımlar yoluyla aşamalandırmaya başladık.
Şu anda özellikle hava yolu taşımacılığında ciddi bir sınırlama getirdik. Oraya yani Türk hava sahasını oraya giden uçaklar nereden gelirse gelsin kullanamıyorlar. Bu tabi Süleymaniye Havalimanı'nın %60-70 civarında fonksiyonunu getirmesi deme. Bütün faaliyetler Erbil'e kaydı biliyorsunuz. Süleymaniye ve Erbil arasında da ciddi bir rekabet var Erbil bu konuda terörle mücadelemize daha yakın avantajı ele geçirmiş oldu...
Süleymaniye'ye her zaman söylüyoruz biz bu yaptırımdan da vazgeçebiliriz. Siz eğer terörle kendi aranıza mesafe koyarsanız ama devam ederseniz bu şekilde biz daha ileri adımlar atmak zorunda kalacağız. Yani bu bizim tercihimizle alakalı bir konu değil. Bu bizim terörle mücadele de bir zorunluluğumuz yani ülkemize insanımıza milletimize karşı olan bir yükümlülüğümüz. Bu adamların ilânihâye terör örgütü'ne bu kadar destek vermesi gerçeğiyle karşı karşıya kalamayız. Bu Süleymaniye ayağı... Diğer taraftan Suriye'de PKK ile mücadele de esas itibari ile hem Fırat'ın doğusunda hem Fırat'ın batısında farklı dinamikler var biliyorsunuz. Yani Fırat'ın batısında İranlılar Ruslar ve rejim var Fırat'ın doğusunda Amerikalılar var. Ağırlıklı olarak burada bir denklem var ve denklemdeki bütün değişkenleri göz önüne alarak yürüttüğümüz bir mücadele var sınırın ötesinde...
Şimdi Suriye erişimi ile terörle mücadele ve topraklarının işgalden PKK işgalinden kurtarılması konusunda belki genel zihin birlikteliğimiz olabilir toplantılar esnasında bunu da görüyoruz. Ama Suriyeli görüşmelerde bir kaç tane bizim handikapımız oldu. Bunların başında Suriye kendi başına karar almada çok fazla adım atamıyor. Burada ona yaşamsal destek veren ortaklarıyla hareket etmesi gerekiyor. Ortaklar da her zaman aynı stratejik öncelikleri paylaşır durumda değil. Yani Rusya'nın iran'ın ve Suriye'nin üç ayrı devlet olarak büyük bir ortaklıkları var. Suriye rejiminin ayakta kalması ile ilgili ama bölgeyle ilgili genel dengelere baktığımız zaman bununla da ilgili çok farklı tercihleri ve öncelikleri var ve bu öncelikler de her zaman birbiriyle örtüşen öncelikler değil. Biz bunları biliyoruz çok zamandır yakından takip ettiğimiz analizini yaptığımız konular bu hamlelerimizi yaparken de bunlara dikkate alıyoruz ama Suriye rejiminin Türkiye'ye önşart koyarak diplomatik bir hamle yapma çabası bu yanlış bir usul biz bunu kendilerine de ilettik dedik ki yani aradaki sorunlar büyük bu sorunlar da herkesin farklı tercihleri var. Ama cumhurbaşkanımızın da söylediği gibi biz diyalog kapısını açık tutuyoruz. İki komşu ülkeyiz Suriye'nin toprak bütünlüğünü de savunuyoruz.
Bizim şu ana kadar Astana sürecini ihlali yönelik bir girişimimizde olmadı. Bizim desteklediğimiz unsur da hiçbir zaman için Astana sürecini bozucu bir büyük hamle içerisinde olmadılar. Suriye'de devam eden bir istikrar süreci var. Bunu dikkate alın ve buradan daha ileriye konuyu nasıl taşıyabiliriz bunu konuşmamız lazım. Siz konuşmak için bile şart getiriyorsanız bu şu demektir; siz aslında çok fazla çözümle ilgilenmiyorsunuz demektir veya karşınızdaki insanı önceliklerini anlamıyorsunuz demektir. Yani eğer diplomatik bir Angajmana giriyorsanız bir numaralı ev ödeviniz muhatabınızın önceliklerini pozisyonunu hamlelerini anlama ile ilgili bir stratejik geliştirmeniz lazım bir farkındalığınızın olması lazım ki ondan sonra sizde ona göre adımlarınızı geliştirin, bir diyalog niyeti varsa bu diyalog niyeti sahada bir somut neticeye yansıya bilir diye düşünüyorum. Ama şu ana kadar dediğim gibi burada izah ettiğim ve edemediğim bir ton nedenden dolayı Suriye rejimi şu anda görüşemiyor. Görüştüğü zaman da kendi olamıyor zaten. Yalnız görüşme imkanı olmuyor sürekli başka bir ülke var bu sıkıntı da değil bizim için. Bizim kendimize güvenimiz tam ne yapmak istediğimizi biliyoruz. Bölgedeki istikrara verdiğimiz değer ortada biz öyle mücadele edilmesini istiyoruz.
Topraklarımıza Suriye'den terör gelmesin topraklarımıza daha fazla Suriye'deki iç karışıklıktan dolayı mülteci gelmesin Suriyeli kardeşimiz bizim istediğimiz bu Suriye kendi istikrarını ve barışını sağlasın nasıl sağlıyorsa biz buna destek verelim. Bizde olan Suriyeli kardeşlerimizle gönül rahatlığıyla emniyet içerisinde dönsünler istediğimiz bu bunun dışında başka bir gündemimiz yok. Bunu bile tartışma zemine getirmede bir probleminiz var. Karşı taraf bunu farklı yapıyor onu da dediğim gibi kendi içinde baş başa olduğu bazı denge problemleri var. Biz onları da çok fazla düzeni vurmuyoruz açıkçası çünkü biz oturduğumuz zaman hastane formatlarında yıllarca gittim yani herkes aynı şeyi söylemiyor karşı tarafta bizim tarafımızda bir tane aktör var bizim görüşümüz belli yani cumhurbaşkanımız orada bir vizyon çiziyor. Biz alana gittiğimiz zaman ne konuşacağımızı, ne isteyeceğimizi biliyoruz. Ama karşı tarafta orada ciddi değişkenlik var. Geçen sene mesela terörle mücadeleye çok daha yakın hikaye… Sonra birden bire Gazze Savaşı başlayıp denklemler değişince veya Suriye Arap Ligi'ne katınca Suriye'nin bizle olan diplomatik kanal arayışı veya çabası birden bire değişti, Arap ligine katılımıyla. Yani bu dengeler dediğim gibi bence yani onların yerine kendimi koyduğum zaman aslında çok daha fazla fırsat var ortada. Pozisyonlarını diplomasi yoluyla Türkiye ile müzakere yoluyla çok daha fazla ilerletebilirler ben de bu gerçeği görmeleri için diğer arkadaşlarımız da onlara çok yardımcı olmaya çalıştık gerçekten çok içten anlatarak stratejik dengeyi resmi vermeye çalıştık ama tabi o zihin aynı durumu farklı algılıyor bu da normal...
GAZZE'DEKİ İSRAİL KATLİAMI
Rehin alınmış durumdalar aslında bu insanlar. Bunun adını da böyle koymak lazım. Siz bunları belli bir coğrafi bölgede tutuyorsunuz, içeriye yardım girmesine de izin vermiyorsunuz. Sizin kontrolünüz dışında giren yardımları bombalıyorsunuz. Bu insanların yaşadığı altyapıyı yok ediyorsunuz. Suya elektriğe ve iletişime erişim imkanlarını kaldırıyorsunuz ve insanlar sizin elinizde rehin. Bunun adını böyle koymak lazım.
Buna yönelik bir dizi görüşme devam ediyor. En son muhataplarımızla yaptığımız görüşmelerde şu anda bir teklif var ortada Hamas bunu kendi içerisinde değerlendiriyor. Tabi Hamas'ın hedefi özellikle kalıcı ateşkes karşılığında rehinelerin bırakılması karşılıklı olarak. İsrail de şu anda kalıcı ateşkes konusunda çok fazla hevesli gözükmüyor. Böyle bir aşamalandırma içerisinde. Ama bunların hepsi karşılıklı güven istiyor. Aradaki aracıların ne kadar güvence verebilecekleri konusu da başka bir problem alanı. Yani, müzakereyi kolaylaştırmada ciddi rol oynuyorlar, özellikle Katar tarafı… Mısır tarafı siyasi kanatla konuşuyorlar haniye ve ekibiyle onlar da askeri kanatla konuşuyorlar. Amerikalılar da İsraillilerle konuşuyor. Bir noktada buluşabilirler mi? Şu anda bir çerçeve var. Bir iki gün içerisinde bir cevap bekliyoruz.
TÜRKİYE'NİN ATEŞKES ROLÜ!
Türkiye tabi taraflarla görüşüyor çeşitli formatlarda. İstihbarati olarak da görüşüyor, diplomatik olarak da yapılan görüşmeler var. Ama tabi bunlar.. Bizim birinci amacımız bir an önce ateşkesin sağlanmasına yönelik çaba. Taraflarla da hem Amerikalıları, hem İngillizler, hem katar mısır.. bunlarla da yoğun görüşme içerisindeyiz. Sürekli bu konuyla ilgili bir görüşme trafiğimiz var.
İki türlü gidiyor… Dediğim gibi bir an önce cari dramın son bulması, insani yardımların başlaması. İkinci ayakta da yani ilk baştan itibaren söylediğimiz iki devletli çözüm meselesine yönelik atılacak adımlar. Bunun bir defa gerçeklik olarak yeniden gündeme gelmesi aslında başlı başına kazanım.
Biliyorsunuz Netanyahu politikaları gereği ve Filistinlilerin bölünmüşlüğünden dolayı dünya kamuoyunun ve bölge ülkelerinin de kanıksamasından dolayı diyelim. Bütün bunlar iç içe geldiği zaman iki devletli çözüm fikri uzun süre rafa kalkmıştı.
Tabi bu üçüncü Gazze savaşı gündeme gelince Türkiye olarak biz bir şey söyledik ilk defa herkesten önce. Dedik ki; biz birinci Gazze savaşında bulunduk, ikinci Gazze savaşında da arabuluculuk yaptık Her birinde de üstlendiğimiz rol. Ben her ikisinde de vardım. Ateşkesle ilgili bir çalışmaydı. Bir an önce ateşkes olsun, dram can kaybı önlensin. Fakat şimdi bunlardan çıkardığımız dersten şunu söyledik. Bu ateşkesi hemen sağlayalım ama bir dördüncü Gazze savaşını istemiyorsak bizim artık iki devletli çözüme geçmemiz lazım. Şimdi bunu yaparken de şu ana kadar ihmal edilmemiş, gündeme getirilmemiş. Bu filistin İsrail meselesindeki sorunu uluslararası arenada tanımlayan bazı kalıp cümleler var, onların da değişmesi gerekiyor ki özellikle hem dünya kamuoyunun bu konuya farklı bir bakış açısı getirmesi lazım dolayısıyla onların baskı yaptığı devletleri de devlet organları da farklı bakması lazım birincisi konu sadece israil'in güvenliği değil konu aynı zamanda Filistinlilerin güvenliği. İkincisi konu sadece Filistinliler hep soruyorlar "Hamas veya filistin devleti bizi tanıyacak mı tanımayacak mı? İsrail'i?" diye. Soru diğer türlü de sorulmalı. İsrail onları tanıyacak mı tanımayacak mı? Buna getirmemiz lazım.
"İSRAİL GÜVENLİK PEŞİNDE DEĞİL"
Bir diğer konu hep bize soruyorlar, işte İsrail'in güvenliğiyle ilgili konu gündeme getirildiği zaman... Ben söylüyorum size İsrail'in ne zaman güvende hissedeceğini. İsrail aslında kendisine ve dünya kamuoyuna yalan söylemekten vazgeçtiği zaman kendini güvende hissedecek her türlü konu ortaya çıkacak. Nedir o büyük yalan? İsrail güvenlik peşinde değil. İsrail daha fazla toprak peşinde. Daha fazla toprak peşinde olmayı bıraktığı gün 67 sınırlarını kabul edip, Filistinlilere kendi devletini verdiği gün onun sınırının gerisine çekildiği gün zaten İsrail güvende olacak. Filistinliler kendi işleriyle kendi devletleriyle meşgul olacaklar. Biz bölge ülkeleri olarak bu konuda sorumluluk almaya hazır olduğumuzu defaatle ilettik. İki devletli çözümü gündeme getirirken bu sefer fakrlı olarak, metedolojik olarak da garantörlük mekanizmasını öne sürmemizin arkasında bu yatıyordu.
Yani siz Filistinlilere sınırları belli, devletini verin egemenliğini tanıyın gerisi bize ait. Ama bu olmuyor. Neden? "– mış" gibi göstererek, uzun adede dünya kamuoyunu uyutarak daha fazla toprak almaya yönelik bir politika izlendi. Netenyahu politikaları buydu ve buna da hiç kimse ses çıkartmadı. Şimdi aslında artık bunun böyle olmayacağı büyük çıplaklıkla ortada. Tabi diplomasinin aslında gücü bir defa bu argümanları yerli yerinde kullanarak aslında neyin hangi yöntemin işlediği, hangi yöntemin işlemediği, hangi parametrenin doğru olduğu, hangi parametrenin yanlış olduğunu ciddi şekilde ortaya koymak gerekiyor.
Bence bu süreçte bunlar çok ciddi şekilde tartışıldı, ifade edildi, gündeme getirildi. Bu konuda atılmış büyük adımlar var. Eğer iki devletli çözüm konusunda bir zemin ortaya çıkıyorsa insanlar şunu bilmeliler; Bazı gerçekler var bu gerçeklerde bilerek arkasında duruyorlarsa. Özellikle batılı devletler Filistin'in devlet sahibi olmasını istemiyoruz, İsrail gayrı meşru da olsa çaldığı toprakları çalmaya devam etsin. Bir de bunlara yerleşimci diyorlar aslında bu bir hırsızlıktır. Netenyahu politikaları esas itibariyle taktik olarak başarılı adımlar atmış gözükse de topyekün stratej olarak baktığınız zaman büyük bir hem İsrail halkına hem filistin halkına hem bölgeye fecaat getirmiş durumda.
MISIR İLE İKİLİ İLİŞKİLER
Mısır ile ilişkilerimizi normalleştirme süreci büyük ölçüde tamamlanmış durumda. Bunun her iki tarafa da faydasını gerçekten görüyoruz. Esas itibariyle Mısır Türk halkı birbirine tarihi bağlarla bağlı iki büyük millet, bunların biraz küs kalması gerekiyor. Bizim iki tarafında siyasi liderlerinin bu anomaliyi giderip tarihi sorumluluk göstererek bir vizyonla adım atmaları da tabii takdire şayan stratejik bir durum.
Zaman zaman geçmişe yönelik olayların yorumlanmasında fakrlı bakışlar değerlendirmeler oluyor ama esas itibariyle tarihi yürüyüşün dışına çıkmamayı tercih etmektir stratejik bakış. Cumhurbaşkanımıza zaman zaman bazı eleştiriler getiriliyor ama burada aslında en büyük liderlik tarihi yürüyüşün gereğini yapıyor olmaktır. Burada bence çok ciddi bir isabetli karar var.
Bizim ikili ilişkilerimiz şunun için önemli; bir bölge güvenliği açısından önemli. Ticari açıdan fevkalade önemli. Mısır'da çok sayıda Türk yatırımcısı var ve bu yatırımları biz artırmak istiyoruz. Mısır bizim için kardeş ve dost ülke, imkanların olduğu bir ülke.
Türk yatırımcıları da Mısır'daki ortamı kendileri için fevkalade uygun görüyorlar. Oraya gittiğimde de Türk iş adamlarıyla uzun bir toplantı yaptım. Hepsini uzun uzun dinledim. Bu yatırımların daha da artması içşin kolaylaştırıcı bazı tedbirlerin geliştirilmesi gerekiyor.
Bölgesel güvenlik açöısında özellikle Filistin, İsrail meselesi açısından fevkalade önemli. Mısır'ın tabi belli destekleri belli teknolojilkeri alması için ilişkilerin normalleşmesi önemli. Özellikle insansız hava araçları ve diğer teknolojileri Türkiye'nin sağlaması konusunda da mutabakatımız da var. Afrika'daki işbirliğimiz de önemli. Başta Libya olmak üzere.
Mısırla ilişkileri normalleştirdikçe özellikle Libya'daki politikalarda da ciddi olumlu yansımaları oldu. Biz bunu daha da yaygınlaştırmak istiyoruz açıkçası. Biliyorsunuz Libya'da bir doğu batı bölünmüşlüğü var. Doğu ve batı da farklı aktörlerle ilişki içerisinde. Aslında bu ayrımı aktörlerin kendi arasındaki işbirliğine göre bu ayrım doğu batı ayrımı keskinleşedebilir, yumuşayadabilir.
Belli bir dönem keskindi. Ama biz hem BAE hem de Mısır ile ilkişkileriizi normalleştirip ileri bir seviyeye taşıyınca bu Libya'da olumlu etkisini çok gösterdi. Bu başka ülkelerde de başka konularda da olumlu etkisini gösterecek.
Aynı zamanda biz Akdeniz güvenliği konusunda da mısır ile ciddi bir işbirliği içerisinde olmamız gerekiyor. Buraya yönelik de ciddi konularımız var
Sudan konusu var mısır ile yine beraber konuşmamız gereken Etiyopya meselesi var mısır ile beraber acilen çalışmamız gereken Akdeniz konusu var onu ifade etmiştim enerji konusu var ya bunlar hem ikili ilişkilerimizin hem de bölgesel ilişkilerimizin an itibari ile çerçevesini çizen konular…
Fakat esas konu asıl stratejik hat mısır ve türkiye olarak bizim tarihsel yolculuğumuzdur iki hat olarak bizim birbirimizden ayrılmamız mümkün değil.
"Savaş yayılacak demiştik, yayılıyor!.."
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, canlı yayında gündeme dair açıklamalarda bulundu. Bakan Fidan, ABD ve İran arasında yaşanan krizle ilgili olarak, "Biz Gazze savaşının başından itibaren bölgesel yayılma riskini hep dile getirmiştik. Bu bize sürpriz olarak gelmedi. Karşılıklı vurmaları kontrollü gerginlik politikasıyla devam ettiğini görüyoruz" dedi.
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, A Haber'de katıldığı bir programda güncel olaylarla ilgili açıklamalarda bulundu
İşte Bakan Fidan'ın açıklamaları:
inlandiya ve İsveç'in üyelik süreciyle alakalı olan yaşanan konular ve Türkiye'nin buradaki pozisyonu, bununla ilgili bir çerçeve çizmek gerekirse;
SESSİZ BİR GAYRIRESMİ MUTABAKAT
Biliyorsunuz İsveç'in ve Finlandiya'nın üyeliği NATO'nun gündemine, bizim de gündemimize dolayısıyla 2022 yılında girdi. 2022 yılında Haziran'da Madrid'de yapılacak NATO zirvesinden önce, bu konu ortaklar arasında dolaştırılmaya başlandı. Öncesinde sessiz bir gayriresmi mutabakat, daha sonra zirvede sonuçlandırma yönünde bir usul izleniyor bu tür platformalarda...
Tabi bu bize getirildiği zaman, o dönem cumhurbaşkanımız bu konuyu ilgili arkadaşlarımızla istişare ettiler. Kendilerinin de bir vizyonu var. Tabii bunun geçmişe dönük baktığımız zaman NATO'nun genişleme süreçleri var. Özellikle soğuk savaşından sonra en büyük genişleme sürecini 2004'te yaşadı. O dönem baltık ülkeleri bir kısım balkan ülkeleri tamamıyla NATO'nun içine girdi. Daha sonra 2009'da olan süreç var. Hırvatistan'ın da içinde bulunduğu... Ondan sonra 2017'de Karadağ'ı görüyoruz. 2020'de Makedonya'yı görüyoruz...
Bu süreçte tabi Türkiye sorumlu bir ortak perspektifiyle her türlü desteği verdi. Fakat İsveç ve Finlandiya denkleme girdiği zaman burada bir aşalamandırmayla girme ihtiyacı hissettik. Özellikle Türkiye'nin hem NATO'dan hem de bazı NATO ülkeleriyle güvenlik açısında bazı stratejik sorunları olması, bunu bizim müzakere etmemiz ve madem konuş İsveç ve Finlandiya'nın katılımıyla NATO'nun güçlendirilmesi etki alanı yayılması ise o zaman NATO'nun 1952'den beri üye olan ülkesinin güvenlik endişelerinin de özellikle NATO'dan kaynaklanan ve NATO üyesi ülkelerinde içinde bulunduğu bazı sorunlar yumağının bir şekilde gündemden çıkması gerekiyordu ve müzakere edilmesi gerekiyordu.
"PKK-YPG, FETÖ'YE DESTEK VERİLMESİN"
Biz bu çerçevede özellikle terörle mücadeleyi ilk başlık olarrak önümüzde koyduk, yaptığımız aşamalandırma politikasında... 2022 NATO Zirvesi'nde Madrid'de biliyorsunuz NATO genel sekreterinin de katılımıyla bir zirve düzenlendi. İsveç, Finlandiya devlet ve hükümet başkanlarının katılımıyla cumhurbaşkanımızın katılımıyla bir zirve gerçekleştirildi. Burada alınan kararla ve yazılı mutabakatla ilk kez bizim terörle ilgili yüksek endişelerimiz gündeme taşındı. NATO metinlerine PKK'yla mücadelenin yanı sıra, YPG, ki bizim için zaten PKK ile eşit. Ve FETÖ'nün de metinlere geçmesini. Bizim hiçbir şekilde bu örgütlere yeni girecek ülkeler tarafından destek verilmemesini taahhüt altına aldık.
Bu ilk aşamada, bu strateji terörle mücadeleyi merkeze alıyordu. Daha sonra iki ülkede terörle mücadelede eksik gördüğümüz hususların giderilmesi için atılması gereken adımlar için hangi türden mekanizmalar kuracağız ve bu mekanizmalar nasıl işletilecek buna yönelik bir çerçeve çizildi yine bu metinde. Ve bu zirvede bu şekilde bir mutabakat sağlandı.
Nisan 2023'te de Finlandiya'nın üyeliği tamamlandı. Türkiye bunu kabul etti. Bu süreç içerisinde inanılmaz şekilde yoğun toplantılar yapıldı, komisyonlar kuruldu, ortak terörle mücadele komiteleri oluşturuldu. Burada cumhurbaşkanlığımızdan, Dışişleri'nden, MİT'ten İçişleri Bakanlığımızdan ortak heyetler özellikle İsveç ve Finlandiya ilgili konuları sürekli müzakere ettiler.
Belli bir noktada gördük ki; hem İsveç hem Finlandiya'da yasal değişikliklerden anayasal değişikliğe kadar birçok adım atıldı. Terörle mücadelede biz limitlerimizi, diplomasi yoluyla ilerletebileceğimiz kadar ilerlettik: Burada tabi ki farkındalık oluşturulması ve tavır konulması konusunda önemliydi. Biz de karşılığında Finlandiya'yı kabul ettik. 2023 Vilnius Zirvesi'ne giderken bu sefer İsveç'in üyeliği meselesi var gündemde. Bu sefer başka bir aşamaya geçtik. Terörizm bir konuydu bizim için. Bunu çok yoğun bir şekilde tartıştık, sistematik bir hale getirdik. Şu anda da hala devam ediyor görüşmelerimiz. Ama NATO ile Nato ülkeleriyle başka konularımız da var bizim. NE var? Silah ambargosu var. Savunma sanayiisi ile ilgili birçok problem var. Başka alanlarda da problemimiz var ama NATO bir güvenlik örgütü olduğu için, güvenlikle ilgili konuların çerçevesini çizip bunu gündeme taşıyan, bunun müzakeresini yapan politikayı vizyonu cumhurbaşkanımız benimsediler. Bu yönde bir çerçeve çizildi. Biz de yaptığımız görüşmeler neticesinde özelikle Vilnius'ta yine bu sefer üçlü zirve yapıldı. NATO genel sekreteri, İsveç Başbakanı ve Cumhurbaşkanımızın katılımıyla. Bu sefer burada terörle mücadeleye ilave olarak özellikle Türkiye'ye yönelik yaptırımların, hiçbir şekilde özellikle nato ülkeleri tarafından olmaması gerektiği, buna yönelik engellerin kaldırılması ve Türkiye ile AB üyeliği konusunda diğer ülkeler tarafından destek verilmesi konusunda da genel bir mutabakat ortaya çıktı. Bunu biz bir belgeye bağladık. Bu belgeye bağlandıktan sonra da Bir yol haritası çıktı. O yol haritası doğrultusunda çalışmalarımız görüşmelerimiz başladı.
"SESSİZ BİR DİPLOMASİ ORTAYA KONDU"
Sessiz bir diplomasi ortaya kondu. Aslında neler tartışıldığının, hangi istikamette gidildiğinin çerçevesi Vilnius'ta ortaya çıkan ve kamuoyuyla paylaşılan mutabakatta çok açık ortada. Biz sadece bunun teknik detaylarını ve müzakere sürecini de paylaştık. Tabi her ülkenin kendi hassasiyetleri kendi konuları var. Burada birden fazla ülke var. Belli konular perde gerisinde farklı türden tartışılmak durumunda. Bunları belli bir noktada çözüme bağladık. Daha sonra sırasıyla Hollanda'nın, Kanada'nın bazı Avrupa ülkeşleri'nin yaptırımları kaldırdığını görmeye başladık.
BIDEN'IN KONGRE'YE F-16 MEKTUBU
Biz İsveç'le ilgili yasayı meclis'ten geçirir geçirmez Biden Kongreye bir mektup yazdı. Daha sonrasında biliyorsunuz; Cumhurbaşkanımız onaylayınca da anlaşmanın ev sahibi ülkeye deposite edilmesinin akabinde onlar da hemen eş zamanlı olarak Kongre'ye bildirdiler.
"İSVEÇ'İN ÜYELİĞİ KARŞISINDA ÖN MUTABAKATIMIZ OLDU"
Teknik olarak baktığımız zaman olayın tarihine baktığımız zaman, normalde ABD idaresi kongreyle anlaşmadan, ön anlaşma yapmadan bunları göndermiyor. Bu mümkün olsaydı bu zamana kadar gönderirlerdi. Kongrenin bir takım hassasiyetleri şartları vardı. Bu yönde bir anlaşma olduğunu, İsveç'in üyeliği karşısında adım atılacağı yönünde bir ön mutabakatımız oldu.
Süreç şöyle işliyor; siz gönderdikten sonra iki hafta süren bir bekleme süreci var. O süreçten sonra bu yürürlükte oluyor. Şu anda önümüzdeki cumartesi inanıyorum bu iki haftalık süreç tamamlanacak.
"ABD F-35 ANLAŞMASINI BAHANE GÖSTERDİ"
Biliyorsunuz F-35 ile ilgili problem ve bizim programdan çıkarılmamız. Bizim kendi hava savunma yeteneklerimizi geliştirme arayışımızın ve politikalarımızın bir yansıması olarak karşımıza çıktı. NATO ortaklarımızdan biz bu konuda beklediğimiz desteği göremediğimiz zaman hava savunma sistemleriyle ilgili Rusya'yla yaptığımız bir s-400 anlaşmamız var. Bu anlaşmayı bahane göstererek Amerikalılar kendi yasal çerçevelerinde bir tavır ortaya koydular.
Tabi burada F-35'in biz sadece müşterisi değil, aynı zamanda üretici ortaklarından biriydik. Türkiye'nin maddi kaybının yanı sıra ortaya koyduğu kapasiteyle bir zararı söz konusu. Şimdi bunu elimine etmek için çalışmalarımız devam ediyor. Özelikle maddi zararın tazmini açısından, İlgili makamlarımızın ciddi yoğun çalışmaları var.
"O ZAMANA KADAR DENGELER DEĞİŞİR"
F-35'in Yunanistan'a verilmesi meselesi; Yunanistan da biliyorsunuz özellikle NATO üyesi olduğu için ABD'nin ürettikten sonra bir grup dağıtacağı ülkeler listesindeydi. Burada 2030'dan sonra bazı konuların F-35'lerin teslimi öngörülüyor. O zaman kadar ne olur? Dengeler nasıl değişir? Tabi bunu takip etmek lazım ama.
Bizim baktığımız mesele; özellikle hava savunma sistemlerinde ve hava taarruz sistemlerinde özellikle savaş uçağı merkezli. Bu konudaki kabiliyetlerimizi geliştirmek. Burada şu anda Hisar sınıfı bizim geliştirdiğimiz hava savunma sistemleri özellikle yerden olan hava savunma sistemleri fevkalade önemli. Çünkü biz ağırlıklı olarak hava savunma sistemlerimizi ağırlıklı olarak F-16 'lar üzerinden şu ana kadar götürüyorduk. Yani bir hava saldırısına karşı vereceğimiz cevap olarak, ancak füze teknolojilerinin yayılmasıyla, uçak çeşitliliği, otonom SİHA'ların İHA'ların devreye girmesiyle aslında yerden hava savunmasının önemi daha da artmış durumda.
Burada tabi bizim batıdan almak istediğimiz sistemlerinin verimemesi, bunun pazarlılığının yapılmaması, yani Türkiye'nin bu noktada kabiliyet kazanması gereken bir ülke olarak görülmemesi bizi başka arayışlara itti haliyle.
Biz milli dış politikkamızın gerekliliği olarak kendi ülkemizin güvenliğini sağlamak adına her türlü sistemi harp araç gerecini almakla yükümlüyüz. Bunun da en iyisini nereden alacağımız konusu bizim kendi takdirimiz, yetkisinde.
Şimdi burada S-400 le ilgili gerekli karar verildikten sonra, hava savunma sistemlerinde biz paralel olarak özellikle Roketsan'ın geliştirdiği hisar sınıfı alçak, orta ve yüksek irtifalı ve belli bir sürece yayılan katmanlı hava savunma doktrinini uygulamaya başladık. Bu cumhurbaşkanımızın çok önceden beri verdiği bir talimattı.
Bu konuda biz Batılılarla daha sonra hava savunma sistemleri konusunda belki bir ortaklık veya başka bir anlaşma gelişir mi gelişmez mi? Onu bilmiyorum. Onu kendilerinin düşünmesi lazım ama. Bizim milli politika olarak ortaya koyduğumuz husus biz gerek dışarıdan alma yoluyla, gerek yerli üretim yoluyla hava savunmamızı temin etmek zorundayız.
"F-16 FİLOSUNUN YENİLENMESİ GEREKİYORDU"
Savaş uçakları meselesine gelince F-16 filosunun yenilenmesi gerekiyordu. İsveç'le ilgili süreçte bununla ilgili tedbiri almış olduk. Ama bu esnada gerek kamu ortaklı şirketler, gerek hem TAİ'nin hem Baykar'ın yürüttüğü özel şirket olarak iki proje var. Biri insanlı biri insansız gelecek nesil savaş uçakları. Bunlar da bizim için fevkalade önemli.
Önümüzdeki süreç içerisinde biz daha fazla milli yeteneklere ağırlık vererek Özellikle savaş uçağı ihtiyacımızı gerek pilotlu gerek pilotsuz karşılama yönünde yoğun bir çalışma içerisindeyiz.
F-35 PROJESİNE DÖNÜŞ KONUSUNA BAKIŞ AÇIŞI
Tabii askerlerimizin ağırlıklı olarak uzman kuruluş olarak konuşması gereken bir konu ama genel strateji olarak şunu söylemek gerekirse; bir yetenektir. Bu yetenek eğer bizim diğer yeteneklerimizi kaybetmeden ilave olarak alacağımız bir yetenek olursa neden olmasın? Tabi ki biz yetenek olarak almak isteyeceğimiz bir yetenektir. Ama bu yeteneği alma karşılığında, bizim başka yeteneklerimizden vazgeçmemiz başka politikalara adapte etmemiz gibi bir şart olursa. Bu şartlar hiçbir şekilde uzlaştırılamaz bir şart olursa o zaman başka alternatifleri aramaya devam edeceğiz.
GAZZE MESELESİ
Gazze savaşının başından itibaren bu bölgesel yayılma riskini hep gündeme getirmiştik. Bu bölgedeki dengeleri gözeten herkesin aslında uyarısını yapacağı bir husus. Aslında bir sürpriz olarak gelmedi.
Burada birkaç tane tespğitte bulunmak gerekiyorsa şunun altını çizmek gerekiyor. Birincisi karşılıklı vurmaları kontrollü bir gerginlik politikası ile devam ettiğini görüyoruz. Belli bir aşamaya geçmesini tercih etmeyen bir yaklaşım var iki tarafta da.
Ama bu tabi "ateşle oynamak" dediğimiz tam da tabir burada devre giriyor bu ateşle oynamak. Yani ateşle oynadığınız zama o ateş her an yangına dönüşebilir. Kontrol altına alınamayabilir. Burada bir riskle karşı karşıyayız. Bu kontrol altına alınmamazlık meselsi bir tehdit olarak karşımızda duruyor. Türkiye olarak bölgesel ortaklarla sürekli görüşüyor. Amerikalılarla da görüşüyor. Bölgesel yayılmadan kaçınmak lazım. Ama şu an itibariyle durum iyi değil. Yani daha büyük bir yayılmayla karşı karşıya kalabiliriz.
PUTIN TÜRKİYE'YE GELİYOR
Sayın Putin'in ziyareti önceden aslında planlanmış bir ziyaretti. Malumunuz daha önceden gelmesi gerekiyordu. Onlarda da çeşitli problemler vs oldu. Bölgelesel gelişmeler. Cumhurbaşkanımızın ziyaretleri oldu. Aralarındaki konuları görüşmek için kendisinin gelmesi gerekiyordu. Şimdi bu ziyarette kendisinin ziyaretiyle bazı konuları tekrar görüşme imkanı olacak. Cumhurbaşkanımız kendisiyle düzenli olarak telefonda görüşüyorlar.
RUSYA İLE ENERJİ VE DOĞAL GAZ ANLAŞMASI YOLDA
Burada başta enerji konusu olmak üzere, doğal gaz meselesi. Türkiye ile rusya arasında büyük bir enerji ticareti var bildiğiniz gibi. Diğer taraftan Rusya'nın şu anda yapımını üstlendiği nükleer santral var, Akkuyu Nükleer santrali. Kendi örneğinin en büyüklerinden biri. Neredeyse 5 gigawatt'lık büyük bir kompleksten bahsediyoruz. Bu Türkiye gibi milli gelirini büyük oranda sanayiden karşılayan bir ülke için ucuz enerji temini çok stratejik bir konu.
Buna ilaveten tabi güvenlik konuları var, özellikle Suriye'yi merkeze alan. Suriye'de biliyorsunuz ortak olduğumuz bir Astana süreci var. Diğer tarafntan Türkiye'nin PKK YPG konusundaki hassasiyetleri var. Yani bizim Rusya'nın da etkin olduğu Fırat'ın batısındaki bölgelerde başta Münbiç ve Tel Rıfat olmak üzere PKK'ya göz yumulmaması meselesi bizim için önemli. İki lider arasında daha önce defaatle konuşulmuş bir konu. Cumhurbaşkanımız bu konuda çok hassas...
Bizim birinci önceliğimiz PKK tehditinin bir an önce Fırat'ın doğusundan ve batısından kaldırılması. Bu konuda da Rus'ların bir çizgiye gelmesi. Tabi Rusların da başka konularda bizden beklentileri oluyor Suriye'de. Dediğim gibi müzakereleri olan bir konu. Yani pozisyonlar ne olursa olsun, bizim operasyonlarımız devam ediyor.
Masada olacak konuların başında buna ilaveten tabi bölgesel gelişmeler var. Özellikle Gazze meselesi, Gazze savaşı. Gazze savaşında biliyorsunuz Rusya bize daha yakın bir pozisyon içerisinde. Bir an önce savaşın durması insani yardımın başlatılması, iki devletli çözüm konusunda Rusya'nın da pozisyonu bizimkiyle aynı.
TAHIL KORİDORU YENİDEN GÜNDEME GELECEK Mİ?
Tahıl koridoru her zaman için gündemimizde. Sayın Putin ile de sayın cumhurbaşkanımız bu konuyu mutlaka görüşeceklerdir. Şu anda da zaten Rusya'yla görüşmelerini yaptığımız bir konu. Özellikle BM Rusya Ukrayna ve Türkiye ekseninde giden görüşmeler var. Burada Karadeniz'i esas alan bir ulaşım lojistik hattıyla tahılın dünya piyasalarına çıkarılmasıyla ilgili nasıl yeni bir method geliştirebiliriz. Bir önceki tahıl anlaşması belli bir mekanizma içinde işliyordu. Şimdi görüldü ki o mekanizmadan daha farklı bir mekanizmayla giderilebilme imkanı var. Şu anda o imkanı somutlaştırmaya çalışıyor. Bizim bakanlığımızda tam zamanlı çalışan arkadaşlar var bu konuda. BM de var. Ukrayna'da var. Rusya'da var. Bunlar belli bir olgunluğa erişince ben eminim kamuoyuyla paylaşılacak. Sayın Putin'in ziyaretinde de bu konu masada muhakkak olacak. Çünkü Cumhurbaşkanımız bu konuya çok önem veriyor. Özellikle tahıl üzerinden dünyadaki başta güney nüfusları, Afrika olmak üzere fakirlerin buğdaydan mahrum bırakılması, yüksek fiyattan gıdaya erişimin gündeme gelmesi bizim insanı açıdan gerçekten görmek istemediğimiz bir durum. kendimize de borç bildiğimiz bir husus.
Ukrayna tahılından bahsedilmesinin gerekçesi şu; Karadeniz Rus kuşatmasında olduğu için Ukrayna. Yani Rusların kendi tahıllarını göndermesinde hiçbir problem yok,onlar zaten Karadeniz'de gemileri cok fazla saldırıya uğramıyor. Ukrayna'nın kendi tahılını çıkaracağı limanlar Rus kuşatmasında olduğu için uzaktan da olsa gemiler çok fazla yaklaşamıyor vurulma korkusuyla. Ama gemilere bir taciz ihtimali de söz konusu. Şu an itibariyle De Facto giden bazı Ukrayna gemileri de var. Onlara tahıl yükleniyor onlar götürülüyor. Rusyanın da dokunmadıgı bir yer var. Bu De Facto'yu da yeni mekanizmayla resmileştirmek istiyoruz. Bunun karşılığında rusların beklediği şey var. Ruslar kendi tahıllarını dünya piyasalarına çıkartıyorlar da bunun ödemelerini alamıyorlar. Çünkü bankacılık sistemine entegre değiller. En azından diyorlar ki bizim sattığımız tahılın parasını alacağımız Rus ziraat bankasını swift sistemine tamamen bağlayın, bağladıktan sonra bizim zaten
tahılımızı çıkartmamızda bir sorun yok Ukraynalıların aksine, Karadeniz'den biz rahatlıkla geçiriyoruz. Ama sattığımız zaman parasını alamıyoruz. Veya gemilerimizi sigorta edemiyoruz Taşıyan gemilere, yaptırımlar nedeniyle Sigorta Londra'dan yapılıyor biliyorsunuz. Ödemeler Swift üzerinden dolarla yapılıyor. Bunun olmadığı bir yerde sizin tahılı rahatlıkla çıkarıyor olmanız, size çok fazla bir avantaj getirmiyor ticari olarak. Bununla birlikte çeşitli yöntemlerle satmaya gayret ediyorlar.
Aynı şekilde Ukraynalılar da şu anda tahıllarını çıkartıyorlar. Ama ne zaman hangi geminin saldırıya uğrayacağının garantisi yok. Dolayısıyla fiyatlara ciddi yansıması var. Siparişlere yansıması var. Bunu izole etmenin yolu karşılıklı iki tarafı da tatmin eden ve dünya kamuoyunu rahatlatan bir çözüme ulaşmak. Şu anda yapılmaya çalışılan da bu.
"KYB'NİN PKK İŞ BİRLİĞİNİ ÇOK HALLETMEYE ÇALIŞTIK"
Kyb'nin Süleymaniye'de PKK ile bir işbirliği içerisinde olduğu gerçeği uzun süredir var olan bir konu bizim gündemimizde.. Özellikle istihbari olarak çok yakından takip ettiğimiz bir konuydu benim milli istihbarat teşkilatında da uzun yıllar boyunca üzerinde çok fazla çalıştığım konulardan biriydi. Biz bu konuyu açıktan kamuoyuyla paylaşmadan önce gerek diplomatik usulü gereği gerekli mücadelenin bir metodolojisi olarak sessiz yöntemle halletmeye çok çalıştık
Defalarca bir araya geldik Süleymaniye'deki KYB yönetimi ile her seferinde de aynısını söyledik "biz sizden PKK ile aranıza mesafe koymanızı istiyoruz" yani bu adamlar buradaki altyapıyı kullanıyorlar, siz bunlara kimlik veriyorsunuz hastane ortamı sağlıyorsunuz. Burada ikamet ortamı sağlıyorsunuz, burada eylem yapma imkanı sağlıyorsunuz biz sizden direkt bunlarla savaşmanızı da beklemiyoruz. Biz sizin güç dengenizi anlıyoruz. Savaşma işini biz yaparız ama biz sizden onlarla işbirliği içerisinde olmanızı istemiyoruz bu sizi düşman sınıfına sokar bundan vazgeçin...
Defalarca hem bizi memnun ediyormuş gibi gözükmeye yönelik bir takım adımlar atma çabası oldu. Hem diğer tarafa ama baktı ki; esas itibari ile bu adamların bundan vazgeçme niyeti yok. Daha sonra Sayın cumhurbaşkanımıza da arz ettik. Bu konuyu artık resmi politika haline açıktan deklere ettik ve yaptırımlar yoluyla aşamalandırmaya başladık.
Şu anda özellikle hava yolu taşımacılığında ciddi bir sınırlama getirdik. Oraya yani Türk hava sahasını oraya giden uçaklar nereden gelirse gelsin kullanamıyorlar. Bu tabi Süleymaniye Havalimanı'nın %60-70 civarında fonksiyonunu getirmesi deme. Bütün faaliyetler Erbil'e kaydı biliyorsunuz. Süleymaniye ve Erbil arasında da ciddi bir rekabet var Erbil bu konuda terörle mücadelemize daha yakın avantajı ele geçirmiş oldu...
Süleymaniye'ye her zaman söylüyoruz biz bu yaptırımdan da vazgeçebiliriz. Siz eğer terörle kendi aranıza mesafe koyarsanız ama devam ederseniz bu şekilde biz daha ileri adımlar atmak zorunda kalacağız. Yani bu bizim tercihimizle alakalı bir konu değil. Bu bizim terörle mücadele de bir zorunluluğumuz yani ülkemize insanımıza milletimize karşı olan bir yükümlülüğümüz. Bu adamların ilânihâye terör örgütü'ne bu kadar destek vermesi gerçeğiyle karşı karşıya kalamayız. Bu Süleymaniye ayağı... Diğer taraftan Suriye'de PKK ile mücadele de esas itibari ile hem Fırat'ın doğusunda hem Fırat'ın batısında farklı dinamikler var biliyorsunuz. Yani Fırat'ın batısında İranlılar Ruslar ve rejim var Fırat'ın doğusunda Amerikalılar var. Ağırlıklı olarak burada bir denklem var ve denklemdeki bütün değişkenleri göz önüne alarak yürüttüğümüz bir mücadele var sınırın ötesinde...
Şimdi Suriye erişimi ile terörle mücadele ve topraklarının işgalden PKK işgalinden kurtarılması konusunda belki genel zihin birlikteliğimiz olabilir toplantılar esnasında bunu da görüyoruz. Ama Suriyeli görüşmelerde bir kaç tane bizim handikapımız oldu. Bunların başında Suriye kendi başına karar almada çok fazla adım atamıyor. Burada ona yaşamsal destek veren ortaklarıyla hareket etmesi gerekiyor. Ortaklar da her zaman aynı stratejik öncelikleri paylaşır durumda değil. Yani Rusya'nın iran'ın ve Suriye'nin üç ayrı devlet olarak büyük bir ortaklıkları var. Suriye rejiminin ayakta kalması ile ilgili ama bölgeyle ilgili genel dengelere baktığımız zaman bununla da ilgili çok farklı tercihleri ve öncelikleri var ve bu öncelikler de her zaman birbiriyle örtüşen öncelikler değil. Biz bunları biliyoruz çok zamandır yakından takip ettiğimiz analizini yaptığımız konular bu hamlelerimizi yaparken de bunlara dikkate alıyoruz ama Suriye rejiminin Türkiye'ye önşart koyarak diplomatik bir hamle yapma çabası bu yanlış bir usul biz bunu kendilerine de ilettik dedik ki yani aradaki sorunlar büyük bu sorunlar da herkesin farklı tercihleri var. Ama cumhurbaşkanımızın da söylediği gibi biz diyalog kapısını açık tutuyoruz. İki komşu ülkeyiz Suriye'nin toprak bütünlüğünü de savunuyoruz.
Bizim şu ana kadar Astana sürecini ihlali yönelik bir girişimimizde olmadı. Bizim desteklediğimiz unsur da hiçbir zaman için Astana sürecini bozucu bir büyük hamle içerisinde olmadılar. Suriye'de devam eden bir istikrar süreci var. Bunu dikkate alın ve buradan daha ileriye konuyu nasıl taşıyabiliriz bunu konuşmamız lazım. Siz konuşmak için bile şart getiriyorsanız bu şu demektir; siz aslında çok fazla çözümle ilgilenmiyorsunuz demektir veya karşınızdaki insanı önceliklerini anlamıyorsunuz demektir. Yani eğer diplomatik bir Angajmana giriyorsanız bir numaralı ev ödeviniz muhatabınızın önceliklerini pozisyonunu hamlelerini anlama ile ilgili bir stratejik geliştirmeniz lazım bir farkındalığınızın olması lazım ki ondan sonra sizde ona göre adımlarınızı geliştirin, bir diyalog niyeti varsa bu diyalog niyeti sahada bir somut neticeye yansıya bilir diye düşünüyorum. Ama şu ana kadar dediğim gibi burada izah ettiğim ve edemediğim bir ton nedenden dolayı Suriye rejimi şu anda görüşemiyor. Görüştüğü zaman da kendi olamıyor zaten. Yalnız görüşme imkanı olmuyor sürekli başka bir ülke var bu sıkıntı da değil bizim için. Bizim kendimize güvenimiz tam ne yapmak istediğimizi biliyoruz. Bölgedeki istikrara verdiğimiz değer ortada biz öyle mücadele edilmesini istiyoruz.
Topraklarımıza Suriye'den terör gelmesin topraklarımıza daha fazla Suriye'deki iç karışıklıktan dolayı mülteci gelmesin Suriyeli kardeşimiz bizim istediğimiz bu Suriye kendi istikrarını ve barışını sağlasın nasıl sağlıyorsa biz buna destek verelim. Bizde olan Suriyeli kardeşlerimizle gönül rahatlığıyla emniyet içerisinde dönsünler istediğimiz bu bunun dışında başka bir gündemimiz yok. Bunu bile tartışma zemine getirmede bir probleminiz var. Karşı taraf bunu farklı yapıyor onu da dediğim gibi kendi içinde baş başa olduğu bazı denge problemleri var. Biz onları da çok fazla düzeni vurmuyoruz açıkçası çünkü biz oturduğumuz zaman hastane formatlarında yıllarca gittim yani herkes aynı şeyi söylemiyor karşı tarafta bizim tarafımızda bir tane aktör var bizim görüşümüz belli yani cumhurbaşkanımız orada bir vizyon çiziyor. Biz alana gittiğimiz zaman ne konuşacağımızı, ne isteyeceğimizi biliyoruz. Ama karşı tarafta orada ciddi değişkenlik var. Geçen sene mesela terörle mücadeleye çok daha yakın hikaye… Sonra birden bire Gazze Savaşı başlayıp denklemler değişince veya Suriye Arap Ligi'ne katınca Suriye'nin bizle olan diplomatik kanal arayışı veya çabası birden bire değişti, Arap ligine katılımıyla. Yani bu dengeler dediğim gibi bence yani onların yerine kendimi koyduğum zaman aslında çok daha fazla fırsat var ortada. Pozisyonlarını diplomasi yoluyla Türkiye ile müzakere yoluyla çok daha fazla ilerletebilirler ben de bu gerçeği görmeleri için diğer arkadaşlarımız da onlara çok yardımcı olmaya çalıştık gerçekten çok içten anlatarak stratejik dengeyi resmi vermeye çalıştık ama tabi o zihin aynı durumu farklı algılıyor bu da normal...
GAZZE'DEKİ İSRAİL KATLİAMI
Rehin alınmış durumdalar aslında bu insanlar. Bunun adını da böyle koymak lazım. Siz bunları belli bir coğrafi bölgede tutuyorsunuz, içeriye yardım girmesine de izin vermiyorsunuz. Sizin kontrolünüz dışında giren yardımları bombalıyorsunuz. Bu insanların yaşadığı altyapıyı yok ediyorsunuz. Suya elektriğe ve iletişime erişim imkanlarını kaldırıyorsunuz ve insanlar sizin elinizde rehin. Bunun adını böyle koymak lazım.
Buna yönelik bir dizi görüşme devam ediyor. En son muhataplarımızla yaptığımız görüşmelerde şu anda bir teklif var ortada Hamas bunu kendi içerisinde değerlendiriyor. Tabi Hamas'ın hedefi özellikle kalıcı ateşkes karşılığında rehinelerin bırakılması karşılıklı olarak. İsrail de şu anda kalıcı ateşkes konusunda çok fazla hevesli gözükmüyor. Böyle bir aşamalandırma içerisinde. Ama bunların hepsi karşılıklı güven istiyor. Aradaki aracıların ne kadar güvence verebilecekleri konusu da başka bir problem alanı. Yani, müzakereyi kolaylaştırmada ciddi rol oynuyorlar, özellikle Katar tarafı… Mısır tarafı siyasi kanatla konuşuyorlar haniye ve ekibiyle onlar da askeri kanatla konuşuyorlar. Amerikalılar da İsraillilerle konuşuyor. Bir noktada buluşabilirler mi? Şu anda bir çerçeve var. Bir iki gün içerisinde bir cevap bekliyoruz.
TÜRKİYE'NİN ATEŞKES ROLÜ!
Türkiye tabi taraflarla görüşüyor çeşitli formatlarda. İstihbarati olarak da görüşüyor, diplomatik olarak da yapılan görüşmeler var. Ama tabi bunlar.. Bizim birinci amacımız bir an önce ateşkesin sağlanmasına yönelik çaba. Taraflarla da hem Amerikalıları, hem İngillizler, hem katar mısır.. bunlarla da yoğun görüşme içerisindeyiz. Sürekli bu konuyla ilgili bir görüşme trafiğimiz var.
İki türlü gidiyor… Dediğim gibi bir an önce cari dramın son bulması, insani yardımların başlaması. İkinci ayakta da yani ilk baştan itibaren söylediğimiz iki devletli çözüm meselesine yönelik atılacak adımlar. Bunun bir defa gerçeklik olarak yeniden gündeme gelmesi aslında başlı başına kazanım.
Biliyorsunuz Netanyahu politikaları gereği ve Filistinlilerin bölünmüşlüğünden dolayı dünya kamuoyunun ve bölge ülkelerinin de kanıksamasından dolayı diyelim. Bütün bunlar iç içe geldiği zaman iki devletli çözüm fikri uzun süre rafa kalkmıştı.
Tabi bu üçüncü Gazze savaşı gündeme gelince Türkiye olarak biz bir şey söyledik ilk defa herkesten önce. Dedik ki; biz birinci Gazze savaşında bulunduk, ikinci Gazze savaşında da arabuluculuk yaptık Her birinde de üstlendiğimiz rol. Ben her ikisinde de vardım. Ateşkesle ilgili bir çalışmaydı. Bir an önce ateşkes olsun, dram can kaybı önlensin. Fakat şimdi bunlardan çıkardığımız dersten şunu söyledik. Bu ateşkesi hemen sağlayalım ama bir dördüncü Gazze savaşını istemiyorsak bizim artık iki devletli çözüme geçmemiz lazım. Şimdi bunu yaparken de şu ana kadar ihmal edilmemiş, gündeme getirilmemiş. Bu filistin İsrail meselesindeki sorunu uluslararası arenada tanımlayan bazı kalıp cümleler var, onların da değişmesi gerekiyor ki özellikle hem dünya kamuoyunun bu konuya farklı bir bakış açısı getirmesi lazım dolayısıyla onların baskı yaptığı devletleri de devlet organları da farklı bakması lazım birincisi konu sadece israil'in güvenliği değil konu aynı zamanda Filistinlilerin güvenliği. İkincisi konu sadece Filistinliler hep soruyorlar "Hamas veya filistin devleti bizi tanıyacak mı tanımayacak mı? İsrail'i?" diye. Soru diğer türlü de sorulmalı. İsrail onları tanıyacak mı tanımayacak mı? Buna getirmemiz lazım.
"İSRAİL GÜVENLİK PEŞİNDE DEĞİL"
Bir diğer konu hep bize soruyorlar, işte İsrail'in güvenliğiyle ilgili konu gündeme getirildiği zaman... Ben söylüyorum size İsrail'in ne zaman güvende hissedeceğini. İsrail aslında kendisine ve dünya kamuoyuna yalan söylemekten vazgeçtiği zaman kendini güvende hissedecek her türlü konu ortaya çıkacak. Nedir o büyük yalan? İsrail güvenlik peşinde değil. İsrail daha fazla toprak peşinde. Daha fazla toprak peşinde olmayı bıraktığı gün 67 sınırlarını kabul edip, Filistinlilere kendi devletini verdiği gün onun sınırının gerisine çekildiği gün zaten İsrail güvende olacak. Filistinliler kendi işleriyle kendi devletleriyle meşgul olacaklar. Biz bölge ülkeleri olarak bu konuda sorumluluk almaya hazır olduğumuzu defaatle ilettik. İki devletli çözümü gündeme getirirken bu sefer fakrlı olarak, metedolojik olarak da garantörlük mekanizmasını öne sürmemizin arkasında bu yatıyordu.
Yani siz Filistinlilere sınırları belli, devletini verin egemenliğini tanıyın gerisi bize ait. Ama bu olmuyor. Neden? "– mış" gibi göstererek, uzun adede dünya kamuoyunu uyutarak daha fazla toprak almaya yönelik bir politika izlendi. Netenyahu politikaları buydu ve buna da hiç kimse ses çıkartmadı. Şimdi aslında artık bunun böyle olmayacağı büyük çıplaklıkla ortada. Tabi diplomasinin aslında gücü bir defa bu argümanları yerli yerinde kullanarak aslında neyin hangi yöntemin işlediği, hangi yöntemin işlemediği, hangi parametrenin doğru olduğu, hangi parametrenin yanlış olduğunu ciddi şekilde ortaya koymak gerekiyor.
Bence bu süreçte bunlar çok ciddi şekilde tartışıldı, ifade edildi, gündeme getirildi. Bu konuda atılmış büyük adımlar var. Eğer iki devletli çözüm konusunda bir zemin ortaya çıkıyorsa insanlar şunu bilmeliler; Bazı gerçekler var bu gerçeklerde bilerek arkasında duruyorlarsa. Özellikle batılı devletler Filistin'in devlet sahibi olmasını istemiyoruz, İsrail gayrı meşru da olsa çaldığı toprakları çalmaya devam etsin. Bir de bunlara yerleşimci diyorlar aslında bu bir hırsızlıktır. Netenyahu politikaları esas itibariyle taktik olarak başarılı adımlar atmış gözükse de topyekün stratej olarak baktığınız zaman büyük bir hem İsrail halkına hem filistin halkına hem bölgeye fecaat getirmiş durumda.
MISIR İLE İKİLİ İLİŞKİLER
Mısır ile ilişkilerimizi normalleştirme süreci büyük ölçüde tamamlanmış durumda. Bunun her iki tarafa da faydasını gerçekten görüyoruz. Esas itibariyle Mısır Türk halkı birbirine tarihi bağlarla bağlı iki büyük millet, bunların biraz küs kalması gerekiyor. Bizim iki tarafında siyasi liderlerinin bu anomaliyi giderip tarihi sorumluluk göstererek bir vizyonla adım atmaları da tabii takdire şayan stratejik bir durum.
Zaman zaman geçmişe yönelik olayların yorumlanmasında fakrlı bakışlar değerlendirmeler oluyor ama esas itibariyle tarihi yürüyüşün dışına çıkmamayı tercih etmektir stratejik bakış. Cumhurbaşkanımıza zaman zaman bazı eleştiriler getiriliyor ama burada aslında en büyük liderlik tarihi yürüyüşün gereğini yapıyor olmaktır. Burada bence çok ciddi bir isabetli karar var.
Bizim ikili ilişkilerimiz şunun için önemli; bir bölge güvenliği açısından önemli. Ticari açıdan fevkalade önemli. Mısır'da çok sayıda Türk yatırımcısı var ve bu yatırımları biz artırmak istiyoruz. Mısır bizim için kardeş ve dost ülke, imkanların olduğu bir ülke.
Türk yatırımcıları da Mısır'daki ortamı kendileri için fevkalade uygun görüyorlar. Oraya gittiğimde de Türk iş adamlarıyla uzun bir toplantı yaptım. Hepsini uzun uzun dinledim. Bu yatırımların daha da artması içşin kolaylaştırıcı bazı tedbirlerin geliştirilmesi gerekiyor.
Bölgesel güvenlik açöısında özellikle Filistin, İsrail meselesi açısından fevkalade önemli. Mısır'ın tabi belli destekleri belli teknolojilkeri alması için ilişkilerin normalleşmesi önemli. Özellikle insansız hava araçları ve diğer teknolojileri Türkiye'nin sağlaması konusunda da mutabakatımız da var. Afrika'daki işbirliğimiz de önemli. Başta Libya olmak üzere.
Mısırla ilişkileri normalleştirdikçe özellikle Libya'daki politikalarda da ciddi olumlu yansımaları oldu. Biz bunu daha da yaygınlaştırmak istiyoruz açıkçası. Biliyorsunuz Libya'da bir doğu batı bölünmüşlüğü var. Doğu ve batı da farklı aktörlerle ilişki içerisinde. Aslında bu ayrımı aktörlerin kendi arasındaki işbirliğine göre bu ayrım doğu batı ayrımı keskinleşedebilir, yumuşayadabilir.
Belli bir dönem keskindi. Ama biz hem BAE hem de Mısır ile ilkişkileriizi normalleştirip ileri bir seviyeye taşıyınca bu Libya'da olumlu etkisini çok gösterdi. Bu başka ülkelerde de başka konularda da olumlu etkisini gösterecek.
Aynı zamanda biz Akdeniz güvenliği konusunda da mısır ile ciddi bir işbirliği içerisinde olmamız gerekiyor. Buraya yönelik de ciddi konularımız var
Sudan konusu var mısır ile yine beraber konuşmamız gereken Etiyopya meselesi var mısır ile beraber acilen çalışmamız gereken Akdeniz konusu var onu ifade etmiştim enerji konusu var ya bunlar hem ikili ilişkilerimizin hem de bölgesel ilişkilerimizin an itibari ile çerçevesini çizen konular…
Fakat esas konu asıl stratejik hat mısır ve türkiye olarak bizim tarihsel yolculuğumuzdur iki hat olarak bizim birbirimizden ayrılmamız mümkün değil.
GÜNDEM Haberleri
21.12.2024 - 11:45
21.12.2024 - 09:00
21.12.2024 - 07:30
20.12.2024 - 17:49
20.12.2024 - 14:31
20.12.2024 - 13:15
20.12.2024 - 07:09
19.12.2024 - 17:22
19.12.2024 - 13:49
19.12.2024 - 12:19